
Okçuluk Tarihi
Okçuluk halen yapılmakta olan en eski becerilerden biridir. Okçuluğun evrimi insanoğlunun tarihi ile başlar. Antik okçulara dair bulgular dünyanın her yanında görülmektedir.
Okçuluğun tarihi büyük ihtimalle Taş Devrine (MÖ 20,000 civarı) kadar dayansa da düzenli olarak ok ve yay kullandığı kesin olarak bilinen ilk topluluk MÖ 3,000 yıllarında avcılık ve savaş amacıyla ok ve yayı kullanmaya başlamış olan Antik Mısırlılardır. Kompozit yay olarak bilinen bu yay onlara düşmanları karşısında üstünlük sağlamıştır. Çinde okçuluğun en erken kanıtları MÖ 1766-1027 arası Shang hanedanlığına dayanır. MÖ 1500 civarı, Asurlular kısa yaylar geliştirerek daha kuvvetli ve kullanması kolay yaylar oluşturdular.

MÖ 1200 yıllarında Mısır firavunu II. Ramses okçuları iki tekerlekli at arabalarına koyarak okçuluğa yeni bir boyut getirdi. Bu hareketlilik Mısırlıların Hitit ordusunu yenilgiye uğramasına yardımcı olmuştur. MÖ 1000li yıllarda okçuluk Amerika kıtasında yayılmıştır. Arkeolojik çalışmalar, yay kullanımının çoğu tarih öncesi Amerikan Kızılderilileri tarafından kabul edildiğini göstermektedir. Arbaletler Çin’de MÖ 600 ve MÖ 500 arası kullanılmıştır. Çin halkı Japonya’yı altıncı yüzyılda okçulukla tanıştırdığında, bunun ülke kültürü üzerinde çok büyük bir etkisi olmuştur. Ateşli silahların keşfiyle yay ve ok, avcılık ve savaşta olan önemini yitirmeye başlamış ve cansız hedeflerle bir spor amacıyla yapılmaya başlanmıştır. Dünya genelinde okçuluğun spor olarak kabul edilmesi 1931 yılında Uluslar Arası Okçuluk Federasyonu’nun (FITA) kurulması ile olmuştur. Okçuluk 1900-1920 yılları arası ve 1972 yılından günümüze Olimpiyat Oyunları’na dahil olan bir spordur.
Türklerde okçuluğun ve özellikle atlı okçuluğun önemi tarih öncesi zamanlara kadar uzanır. Yaklaşık MÖ 5000’den itibaren Altay ve Tanrı Dağları ve çevresinde ortaya çıkan, daha sonra da İç Asya’ya tamamen egemen olan “Atlı Bozkır Kültüründe” atlara ve okçuluğa büyük önem verilmektedir. Tarihteki Türk atlı okçuları, dört nala giderken eyer üstünde dönüp arkaya ok atarak hedefe tam isabet ettirme ustalıklarıyla tanınmışlardır. Orta Asya’da geçim kaynağı ve askerî tatbikat niteliği olan sürek avları, Türk atlı okçuluğunun gelişmesini sağlamış; Türkler bu becerilerini Orta Asya’dan Anadolu’ya taşımışlardır.

Osmanlı Türklerinde de okçuluk eski Türklerdeki okçuluk anlayış ve uygulayışının bir uzantısıdır. Ancak Osmanlı Türklerinde okçuluk daha büyük önem kazanmış amaç ve uygulayışa yenilik ve genişlik kazandırmıştır.
Eski Türklerde olduğu gibi Osmanlılarda da okçuluk ordunun etkinliğini ortaya koyan bir araçtı. Bu nedenle bu aracı en iyi biçimde kullanabilmek için eğitim ön planda tutulmuştur. Eğitim doğal olarak yarışmayı da bünyesinde barındırıyordu. Okçuların birbirlerinden üstün olduklarını gösterme amaçları onları günümüzün insanını şaşkınlık içerisinde bırakan başarılara itmiştir.

Cumhuriyet Döneminde ilk ciddi adım, Beyoğlu Vakıflar Müdür ve Milli Sporlar Federasyonu Başkanı Baki Kunter’ in girişimleri sonucu kurulan “Okspor Kurumu” adındaki kulüp olmuştur. Atatürk’ün direktifleri ile kurulan bu kulüp Atatürk’ün ölümünden sonra himayesiz kalarak dağılmıştır. 1953 yılında okçuluk sporu , Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü bünyesine alınarak Atıcılık Federasyonu’na bağlanmıştı. 8 Mart 1961 tarihinde ise buradan ayrılarak bağımsız bir federasyon haline geldi. Okçuluğun federasyon olarak örgütlenmesinden sonra ilk kez uluslararası yarışmalara katılmaya başlamıştır. Ocak 1982 tarihi itibariyle sadece 35 olan lisanslı sporcu sayısı, o günden bu yana izlenen yeni bir yönetim anlayışı ile günümüzde binlere ulaşmıştır.